Acidic Urine Is A Harbinger Of Many Diseases!
The ideal pH of fluids in our body varies between 7.35 and 7.45, and thanks to this value, our body performs its daily routine flawlessly. Animal-based or processed foods have a distinctive feature: "HYDROGEN IONS," i.e., acidity...
During our daily nutrition, acid residues, namely hydrogen ions, naturally occur as a result of energy metabolism in our body. This is a normal situation, our body balances it, but if our dietary habit is primarily composed of animal-based or processed foods, this balance will be disrupted. The proof of this is that our urine pH level is acidic. Having an acidic urine pH value is an indicator of an unhealthy body condition. You are at risk of diseases such as cancer, osteoporosis, obesity, joint pains, calcification, kidney stones, type 2 diabetes, insomnia, chronic fatigue.
To keep your urine pH level constantly close to alkaline, change your dietary habits, frequently consume vegetables and fruits, do sports, live in environments with clean air. If you can't permanently change your environmental conditions and dietary habits, you can turn your acidic urine into alkaline using alkaline mineral combinations. Thus, you take a very important step to improve your deteriorating health status.
The Importance of Alkalinization for Athletes
It is a fact that individuals who regularly exercise, athletes and coaches are more careful about their overall body health compared to other people.
However, an alkaline body is one of the most important factors that increase individuals’ quality of life and support protection from diseases. Especially in people who exercise intensely, the body becomes acidic more quickly as a result of the exercise, and the situation becomes even more serious for athletes who consistently consume a protein-heavy diet. Because when proteins are digested, the metabolism quickly becomes acidic. If these acidic wastes are not neutralized in the body, the body cannot stay healthy and becomes vulnerable to diseases.
What Happens in the Body During Exercise?
Kaslar egzersiz esnasinda enerji ihtiyacinı karşılamak için önce kandaki glikozu, ardından karaciğerdeki glikojen depolarını kullanır. Bu işlem sonrasında laktik asit, pirüvik asit ve CO2 üretilir. Bu maddeler asidik özellikte olup kaslarda birikim yapar ve kaslarin normal pH’s 6.9-7.0 iken 6.6 seviyelerine geriler. Kaslar ise pH 6.5’in altinda işlevsiz hale geçmektedir. Ayni zamanda asidik ortama sadece kas ve dokular değil eklemler de maruz kalmaktadır. Eklemlerde bulunan kolajenlerin de asidik ortamdan olumsuz etkilendigi bilinmektedir. Egzersiz süresi, ağırlığı ve sıklığı arttıkça kas ve dokular hızlı bir şekilde asidik hale gelirler. Bu asit birikimi enerji (ATP) üretiminin azalmasina da neden olur. Bu da kişilerin olduğundan daha yorgun hissetmelerine sebep olur.
Egzersizden Sonra Neden Ağrı Hissedilir?
Laktik asit başta olmak üzere, üretilen asidik atıkların atılımı ve tamponlanması yeterince sağlanmazsa kaslarda birikmeye başlar ve bu asidik ortam kaslarda agri-aci-sertlik hissine sebep olur.
Asidik ortama maruz kalmasi hangi durumlari tetikler?
Asidik ortama uzun zaman maruz kalan kaslar zayıflar ve güçsüzleşir ve kasların tamponlama yeteneği eskiye oranla zayıflamaya başlar. Aynı zamanda kas krampları ve eklemlerde hareket kısıtlığı görülmeye başlar. Bu bir sporcunun uzun vadede performansını etkileyen önemli sorunlardan biridir.
Uzun vadede asidik ortama maruz kalan vücut kendini alkali hale getirebilmek için kemiklerden Ca** minerali çalmaya baslar. Bu sürecin sonunda kemik yoğunluğu azalır ve osteoporoz olmak üzere kemik sağlığını olumsuz etkileyen bir süreç başlamış olur. pH dengesi bozulduğunda hücreler daha hızlı yaşlanma sürecine girer ve eski işlevlerini yerine getirememeye başlar. Egzersiz sırasında olusan serbest oksijen radikalleri (SOR) de artar ve hücreler üzerinde oksidatif stres artmış olur. Bu durum kalp hücrelerini de olumsuz anlamda etkiler. Gen yastaki sporcularda MI (kalp krizi) geçirme sikliginin artmasi asidik ortam ve SOR ile bagintili olabilir.
Uzun vadede asidik ortama maruz kalan vücut kendini alkali hale getirebilmek için kemiklerden Ca** minerali çalmaya baslar. Bu sürecin sonunda kemik yoğunluğu azalır ve osteoporoz olmak üzere kemik sağlığını olumsuz etkileyen bir süreç başlamış olur. pH dengesi bozulduğunda hücreler daha hızlı yaşlanma sürecine girer ve eski işlevlerini yerine getirememeye başlar. Egzersiz sırasında olusan serbest oksijen radikalleri (SOR) de artar ve hücreler üzerinde oksidatif stres artmış olur. Bu durum kalp hücrelerini de olumsuz anlamda etkiler. Gen yastaki sporcularda MI (kalp krizi) geçirme sikliginin artmasi asidik ortam ve SOR ile bagintili olabilir.
Osteoporoz ve Asidite ilişkisi
Kemik erimesi geçmişten beri rastlanılan çok eski bir hastalık olmasına rağmen son zamanlarda görülme sıklığının artmasıyla beraber gündeme gelmektedir.
Modern yaşamın koşulları ve beslenme alışkanlıklarımız kemik erimesi sıklığını gün geçtikçe arttırmaktadır. Kemik yoğunluğundaki azalma erken fark edilirse ve gerekli önlemler alınırsa, yani risk faktörleri ortadan kaldırılır veya en aza indirilirse osteoporoz önlenebilir.
Değişen beslenme alışkanlıklarımızın sonucu olarak, günümüzde vücudumuzda asitliğin artması kemiklerimizde kalsiyum kaybına neden olmaktadır. Kan ve vücut sıvılarında asitliğin, beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak artması sonucu, bu seviyenin normalize edilmesine yönelik vücut dinamiği, kanda bulunan kalsiyum ve diğer alkali mineralleri bu denge dışı hiper asiditeyi nötralize etmek için kullanmak zorunda bırakmaktadır. Asitlenmenin artması sonucu, normalizasyon mekanizmalarının başında vücutça geliştirilen ve termodinamik dengelerin doğası olarak en düşük enerji seviyesinde kullanılabilen, başta kalsiyum olmak üzere serbest pozitif iyonlar kullanılarak, nötralizasyon gerçekleştirilir. Eğer serbest pozitif iyonlar tüketilirse, bu kez kemik ve dişlerde bulunan ve yapı ile bütünleşik kalsiyum iyonları kullanılmaya başlanır. Çünkü şu bilinmelidir ki kanın asitlik değeri her koşul altında sabit olmalı ve pH değeri 7.4 seviyesinde tutulmalıdır. Bu nedenle asitlik seviyesini nötralize etmenin sonucu kemik ve dişten tüketilen kalsiyum, osteoporozitenin temel nedenidir.
Asitlenme sonucu pH’ımız fizyolojik pH’ın altına düştüğünde kemik yıkımını sağlayan osteoklast hücreleri güçlü ve tam aktivite gösterir. Fizyolojik pH da denge halinde olan kemik yapım ve yıkımı, pH düştükçe kemik yıkımını hızlandırır. Osteoklast hücrelerinin tam aktivite göstermesi sonucu, kemiklerde çukurlaşmalar meydana gelir ve osteoporoz oluşur.
Osteoporozu önlemede en önemli iki faktörden biri güçlü bir kemik oluşumunu sağlamak, diğeri ise kemik kaybını önlemektir. Eğer başlangıçta kemikler güçlü ise kayıp başladığında daha az sorun yaşanır. Yaşam boyunca kemik hücreleri sürekli olarak yapılır ve yıkılır. Yapım ve yıkım yaşa ve bireyin fizyolojik durumuna göre değişir. Büyümenin hızlı olduğu çocuk ve ergenlik sürecinde kemik oluşumu, kaybından fazladır. Kemikte en hızlı büyüme doğumdan yaklaşık 20 yaşına ulaşana kadar oluşur. Kemik mineral yoğunluğu, 12-40 yaşları arasında en üst düzeye ulaşır. Kemik kaybı ise 30-40 yaşlarında başlar ve yaşam boyu devam eder. Kadınlarda menopozdan sonra östrojen düzeyindeki azalmaya bağlı olarak, kemik kayıp hızı önemli ölçüde artar. Bu dönemde idrarda kalsiyum atımında artış, bağırsaklardan kalsiyumun etkin olarak emilmesindeki azalma, kemik kaybının nedenlerindendir.
Modern yaşamın koşulları ve beslenme alışkanlıklarımız kemik erimesi sıklığını gün geçtikçe arttırmaktadır. Kemik yoğunluğundaki azalma erken fark edilirse ve gerekli önlemler alınırsa, yani risk faktörleri ortadan kaldırılır veya en aza indirilirse osteoporoz önlenebilir.
Değişen beslenme alışkanlıklarımızın sonucu olarak, günümüzde vücudumuzda asitliğin artması kemiklerimizde kalsiyum kaybına neden olmaktadır. Kan ve vücut sıvılarında asitliğin, beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak artması sonucu, bu seviyenin normalize edilmesine yönelik vücut dinamiği, kanda bulunan kalsiyum ve diğer alkali mineralleri bu denge dışı hiper asiditeyi nötralize etmek için kullanmak zorunda bırakmaktadır. Asitlenmenin artması sonucu, normalizasyon mekanizmalarının başında vücutça geliştirilen ve termodinamik dengelerin doğası olarak en düşük enerji seviyesinde kullanılabilen, başta kalsiyum olmak üzere serbest pozitif iyonlar kullanılarak, nötralizasyon gerçekleştirilir. Eğer serbest pozitif iyonlar tüketilirse, bu kez kemik ve dişlerde bulunan ve yapı ile bütünleşik kalsiyum iyonları kullanılmaya başlanır. Çünkü şu bilinmelidir ki kanın asitlik değeri her koşul altında sabit olmalı ve pH değeri 7.4 seviyesinde tutulmalıdır. Bu nedenle asitlik seviyesini nötralize etmenin sonucu kemik ve dişten tüketilen kalsiyum, osteoporozitenin temel nedenidir.
Asitlenme sonucu pH’ımız fizyolojik pH’ın altına düştüğünde kemik yıkımını sağlayan osteoklast hücreleri güçlü ve tam aktivite gösterir. Fizyolojik pH da denge halinde olan kemik yapım ve yıkımı, pH düştükçe kemik yıkımını hızlandırır. Osteoklast hücrelerinin tam aktivite göstermesi sonucu, kemiklerde çukurlaşmalar meydana gelir ve osteoporoz oluşur.
Osteoporozu önlemede en önemli iki faktörden biri güçlü bir kemik oluşumunu sağlamak, diğeri ise kemik kaybını önlemektir. Eğer başlangıçta kemikler güçlü ise kayıp başladığında daha az sorun yaşanır. Yaşam boyunca kemik hücreleri sürekli olarak yapılır ve yıkılır. Yapım ve yıkım yaşa ve bireyin fizyolojik durumuna göre değişir. Büyümenin hızlı olduğu çocuk ve ergenlik sürecinde kemik oluşumu, kaybından fazladır. Kemikte en hızlı büyüme doğumdan yaklaşık 20 yaşına ulaşana kadar oluşur. Kemik mineral yoğunluğu, 12-40 yaşları arasında en üst düzeye ulaşır. Kemik kaybı ise 30-40 yaşlarında başlar ve yaşam boyu devam eder. Kadınlarda menopozdan sonra östrojen düzeyindeki azalmaya bağlı olarak, kemik kayıp hızı önemli ölçüde artar. Bu dönemde idrarda kalsiyum atımında artış, bağırsaklardan kalsiyumun etkin olarak emilmesindeki azalma, kemik kaybının nedenlerindendir.
Alkali Mineral Sitratlar Osteoporoz'a Nasıl Etki Ediyor?
Vücut sıvılarımız doğal halleriyle hafif alkalidir. Vücudumuz bu doğal değeri korumak için metabolik işlemler ve günlük beslenme sonucu vücut sıvılarında oluşan H iyonunu, alkali minerallerle doğru oranlarda birleştirip, onları nötr hale getirerek dengeleme yapar. Yüksek miktarda protein alınmasıyla birlikte ya da değişen beslenme koşulları dolayısıyla, vücudumuzda H iyonu miktarı artmakta ve idrar pH’ını asitleştirmektedir. Kemik erimesi oluşmaması için kemik sağlığını koruyan kalsiyumdan zengin gıdalar tüketmek ya da alkali ortamı sağlayarak kemiklerden kalsiyum çekilmesini engellemek gerekir. Alkali beslenme ve alkali yaşam vücudun dengesini doğal halinde korumasına yardımcı olur.
Asidozun neden olduğu bir diğer kemik sorunu da kemik kırılmalarıdır. Osteoblast alkalen fosfataz enzimi düşük pH’da güçlükle inhibe edilir. Osteoblast’lardaki 100 nm çapındaki alkalen fosfataz ve diğer enzimleri içeren veziküller ekzositoz yoluyla hücrenin çevresine verilir. Çevreye verilen veziküller matriks içinde yırtılınca ortamda mineral çökmesi için gereken enzim yoğunluğu sağlanmış olur ve mineral çökmesi başlatılır. Azalmış pH’la artan enzim etkinliği sonucu mineralizasyon artar ve olması gerekenden daha sert kemikler (cam yapısına benzer) meydana gelir. Bunun sonucu olarak en ufak bir darbe de kemik kırıkları oluşur. Bunu engellemek için alkali ortamı oluşturacak mineral sitrat kompleksleri kullanılmalıdır.
Vücudumuzda artan bu H iyonlarını dengeleyebilmek için kemiklerden kalsiyum çalındığını ve kalsiyumla birleşerek H iyonlarının etkisiz hale geldiğini söyledik. Peki bu H iyonlarının fazlası ne oluyor? Sistem kanın pH’ını koruyabilmek için bu asitleri depolamaya başlar. Çünkü kanın pH’ında ki minicik bir değişiklik bile, ölüme neden olabilir. Bu fazla H iyonlarının yani asitlerin bir kısmı yağ depolarındaki hücrelerde depolanır. Bunun sonucunda aşırı kilo oluşur.
Asidozun neden olduğu bir diğer kemik sorunu da kemik kırılmalarıdır. Osteoblast alkalen fosfataz enzimi düşük pH’da güçlükle inhibe edilir. Osteoblast’lardaki 100 nm çapındaki alkalen fosfataz ve diğer enzimleri içeren veziküller ekzositoz yoluyla hücrenin çevresine verilir. Çevreye verilen veziküller matriks içinde yırtılınca ortamda mineral çökmesi için gereken enzim yoğunluğu sağlanmış olur ve mineral çökmesi başlatılır. Azalmış pH’la artan enzim etkinliği sonucu mineralizasyon artar ve olması gerekenden daha sert kemikler (cam yapısına benzer) meydana gelir. Bunun sonucu olarak en ufak bir darbe de kemik kırıkları oluşur. Bunu engellemek için alkali ortamı oluşturacak mineral sitrat kompleksleri kullanılmalıdır.
Vücudumuzda artan bu H iyonlarını dengeleyebilmek için kemiklerden kalsiyum çalındığını ve kalsiyumla birleşerek H iyonlarının etkisiz hale geldiğini söyledik. Peki bu H iyonlarının fazlası ne oluyor? Sistem kanın pH’ını koruyabilmek için bu asitleri depolamaya başlar. Çünkü kanın pH’ında ki minicik bir değişiklik bile, ölüme neden olabilir. Bu fazla H iyonlarının yani asitlerin bir kısmı yağ depolarındaki hücrelerde depolanır. Bunun sonucunda aşırı kilo oluşur.
Obezite ve Asidite İlişkisi
Günlük alınan enerjinin harcanan enerjiden fazla olması durumunda, harcanamayan enerji vücutta yağ olarak depolanmakta ve aşırı kilo oluşumuna neden olmaktadır. Bu durumda yağ dokularının oranı diğer dokulara göre artmaktadır.
Vücudumuzun normal bir kiloda kalmasını sağlayabilmek için yakabileceğimiz kadar ve doğru besinleri almamız çok önemlidir. Yakabileceğimizden fazla ve yanlış besinleri tükettiğimiz zaman fazla kaloriler vücudumuzda yağ olarak birikir ve aşırı kilo ortaya çıkar.
Kilo ile vücudumuzdaki sıvıların pH’ın düşmesi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Vücudumuzda pH 7.0’ın altına doğru düştüğünde yani vücudumuz asit tarafa doğru kaydığında kendi bünyemiz yağ dokumuzu tamamen kaybetmemizi engeller. Yağ vücudun asit tamponudur. Tamponlamak; serbest halde bulunan H iyonlarının yani asitliğe neden olan maddelerin zararını azaltmak, etkisiz hale getirmek anlamına gelir. Böylece yağ fazla H iyonlarını zararsız hale getirir. Vücut kendini korumak için kanda dolaşan H iyonlarını bağlayıp depolamak üzere yağı kullanır. Asitlenme arttıkça yağ depolamaya eğilim artar. Yani yağ depoları aynı zamanda vücudumuz da oluşan fazla H iyonlarının da depolarıdır ve bunun sonucunda aşırı kilo oluşur.
Vücudumuzun normal bir kiloda kalmasını sağlayabilmek için yakabileceğimiz kadar ve doğru besinleri almamız çok önemlidir. Yakabileceğimizden fazla ve yanlış besinleri tükettiğimiz zaman fazla kaloriler vücudumuzda yağ olarak birikir ve aşırı kilo ortaya çıkar.
Kilo ile vücudumuzdaki sıvıların pH’ın düşmesi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Vücudumuzda pH 7.0’ın altına doğru düştüğünde yani vücudumuz asit tarafa doğru kaydığında kendi bünyemiz yağ dokumuzu tamamen kaybetmemizi engeller. Yağ vücudun asit tamponudur. Tamponlamak; serbest halde bulunan H iyonlarının yani asitliğe neden olan maddelerin zararını azaltmak, etkisiz hale getirmek anlamına gelir. Böylece yağ fazla H iyonlarını zararsız hale getirir. Vücut kendini korumak için kanda dolaşan H iyonlarını bağlayıp depolamak üzere yağı kullanır. Asitlenme arttıkça yağ depolamaya eğilim artar. Yani yağ depoları aynı zamanda vücudumuz da oluşan fazla H iyonlarının da depolarıdır ve bunun sonucunda aşırı kilo oluşur.
Alkali Mineral Sitratlar Aşırı Kilo Oluşumuna Nasıl Etki Eder?
Hücreler, H iyonu fazla miktarda olduğunda sağlıklı fonksiyon gösteremez. Bu H iyonlarının yani asitlerin bir kısmı yağ depolarındaki hücrelerde depolanır. Sistem kanın pH’ını korumak için bu asitleri depolamaya başlar. Bunun sonucunda aşırı kilo oluşur.
Asitli bir bünye depolanmış yağlarını yakmak istemez. Çünkü onları enerjiye çevirirken daha fazla H iyonları ortaya çıkar. Ama yeterince alkali beslenerek alkali tamponlama kapasitesini arttırırsak, o yağlardan gelecek asitlenmeyi vücut kolayca nötralize edebilir ve bu yağları enerji için kullanabilir.
Asitlenmenin insulin duyarsızlığına sebep olması da kilo almayı kolaylaştırır. Aynı miktar besine rağmen insulin miktarı artar ve fazla insulin daha çok yağ depolanması emrini verir. Tartıldığınız zaman kilonuz değişmemiş görünse bile beliniz kalınlaşır.
Diyabet (Şeker Hastalığı):insülin hormonunun eksikliği veya etkisizliği sonucu oluşan, ömür boyu süren bir hastalıktır.
Tip-II diyabet; Eğer insülin hormonu var ama miktarı azsa veya dokularda insüline karşı direnç varsa, bu diyabet türüne “Tip 2 diyabet (insüline bağımlı olmayan diyabet)”denir.
İnsülin hormonu hücrelerin zarlarında bulunan bir kilidin anahtarıdır. Bu anahtar glikozu içeri alan kapıyı açar. İnsülin olmadan hücredeki bu kapı açılamaz ve glikoz içeri giremez. Asitlenme sonucu sertleşen hücre zarlarında bu kilit bozulur ve pankreas bu kilidin açılması için daha fazla insülin üretir.
Kanda artan insülin bir yandan fazla şekeri hücre içine sokmaya çalışırken, bir yandan da bünyeye yağ depolanmasını arttırması yönünde emir verir. İnsülin duyarsızlığı bu şekilde kilo alımına neden olur.
Ayrıca kilo verilirken de asitlenmemeye dikkat etmeliyiz. Diyet yaparken eğer asitli besinleri tüketmeye devam edersek (bol hayvansal gıda içeren protein diyetlerinde olduğu gibi) hem sağlığımıza uzun dönemde zarar veririz hem verdiğimiz kiloyu kolay geri alırız. Çünkü asitli beslenme, artan H iyonunu depolamak için kolay yağlanmaya zemin hazırlar.
Tüm bunların önüne geçebilmek ve normal kilomuzu koruyabilmek için, vücudumuzun iç ortamını alkali hale getirecek mineral sitrat takviyeleri kullanılmalıdır.
Asitli bir bünye depolanmış yağlarını yakmak istemez. Çünkü onları enerjiye çevirirken daha fazla H iyonları ortaya çıkar. Ama yeterince alkali beslenerek alkali tamponlama kapasitesini arttırırsak, o yağlardan gelecek asitlenmeyi vücut kolayca nötralize edebilir ve bu yağları enerji için kullanabilir.
Asitlenmenin insulin duyarsızlığına sebep olması da kilo almayı kolaylaştırır. Aynı miktar besine rağmen insulin miktarı artar ve fazla insulin daha çok yağ depolanması emrini verir. Tartıldığınız zaman kilonuz değişmemiş görünse bile beliniz kalınlaşır.
Diyabet (Şeker Hastalığı):insülin hormonunun eksikliği veya etkisizliği sonucu oluşan, ömür boyu süren bir hastalıktır.
Tip-II diyabet; Eğer insülin hormonu var ama miktarı azsa veya dokularda insüline karşı direnç varsa, bu diyabet türüne “Tip 2 diyabet (insüline bağımlı olmayan diyabet)”denir.
İnsülin hormonu hücrelerin zarlarında bulunan bir kilidin anahtarıdır. Bu anahtar glikozu içeri alan kapıyı açar. İnsülin olmadan hücredeki bu kapı açılamaz ve glikoz içeri giremez. Asitlenme sonucu sertleşen hücre zarlarında bu kilit bozulur ve pankreas bu kilidin açılması için daha fazla insülin üretir.
Kanda artan insülin bir yandan fazla şekeri hücre içine sokmaya çalışırken, bir yandan da bünyeye yağ depolanmasını arttırması yönünde emir verir. İnsülin duyarsızlığı bu şekilde kilo alımına neden olur.
Ayrıca kilo verilirken de asitlenmemeye dikkat etmeliyiz. Diyet yaparken eğer asitli besinleri tüketmeye devam edersek (bol hayvansal gıda içeren protein diyetlerinde olduğu gibi) hem sağlığımıza uzun dönemde zarar veririz hem verdiğimiz kiloyu kolay geri alırız. Çünkü asitli beslenme, artan H iyonunu depolamak için kolay yağlanmaya zemin hazırlar.
Tüm bunların önüne geçebilmek ve normal kilomuzu koruyabilmek için, vücudumuzun iç ortamını alkali hale getirecek mineral sitrat takviyeleri kullanılmalıdır.
Gut Hastalığı ve Asidite İlişkisi
“Kralların hastalığı ve hastalıkların kralı” olarak bilinen gut hastalığının, en azından Hipokrat zamanından beri birçok araştırmaya konu olduğu ve sayısız kişiyi etkilediği bilinmektedir. Özellikle protein içerikli maddelerin atım şekli olan, pürin denilen bir maddenin kanda birikmesi ve ürik asite dönüştürülmesi sırasında sorunlar yaşanır ve kanda ürik asit birikir. Vücudumuz bu fazla ürik asiti atmalıdır. Eğer atamazsa bazı sorunlar yaşanır.
Ürik asitin atılma yeri genellikle böbreklerdir. Böbreklerde atılma sırasında bazı sorunlar yaşanabilir. Bu sorunların başında böbrek taşları gelir, öte yandan daha da tehlikelisi ürik asitin eklemlerin içinde birikmesidir. Ürik asit kristalleri, küçük iğnemsi kristallerdir ve eklem ve kas dokusunun içinde biriktiğinde bu durum yabancı cisim olarak algılanır ve vücut buna şiddetli bir ağrı ile tepki verir. Bu durum gut hastalığı olarak isimlendirilir.
Her ne kadar her hiperürisemili kişide gut hastalığı gelişmese de, ürik asit kristalinin gelişimi için hiperürisemi şarttır. Gut hastalığı, romatizma hastalıklarından sayılır. İlk belirgin bulgu yanan, kızarmış ve şişmiş bir eklemdir. En sıklıkla etkilenen eklem, ayağın büyük parmaklarının çıkıntılarıdır ve aslında temelde neredeyse her eklem Gut Hastalığına yakalanmış olabilir (bacaklar, ayaklar, diz, eller, parmaklar). Eklemlerin ve yumuşak kısımların enfekte olması dokularda ürik asit kristallerinin depolanması sebebiyle olur. Gut hastalığının oluşmasında kalıtsal faktörlerin yanı sıra özellikle yeme alışkanlıkları büyük rol oynamaktadır. Günlük beslenme alışkınlıklarımız ağrılı eklem enfeksiyonlarına yol açabilir. Bunun eşliğinde ateşlenme ile ciddi genel sağlık durumu bozuklukları meydana gelebilir. Ürik asit değerleri kanınızda sürekli olarak yüksek ise (Hiperürisemi, Yunancada: kanda fazla ürik asit demektir), bu şu anlama gelir:
Fazla ürik asit üretilmektedir veya vücuttan az atılmaktadır veya gıdalarla birlikte fazla alınmıştır. Böylelikle ürik asit kristalleri oluşur ve ağır enfeksiyon tepkileri meydana gelebilir. Gut Hastalığı atağı diye anılan, çok sancılı bir süreç olan durum yaşanabilir. Bu atakların ortaya çıkmasında geçirilen bir stres, hatta bir gün öncesinde yenilen protein ağırlıklı, mayalı içeceklerin bulunduğu bir yemek bile ertesi günü bir ağrı krizine dönüşebilir.
Gut Hastalığı Nasıl Oluşur?
Vücudumuzda oluşan artık maddeler, ürik aside dönüştürülerek atılır. Ürik asit pürin denilen maddelerin yıkım ürünüdür. Özellikle protein yapısındaki maddelerin atım şekli olan ürik asidin atılmasında bir sorun varsa ya da çok fazla üretiliyorsa bu madde vücutta birikir. Kanda bulunan miktarı artar. Bazen kanda yıllarca dolaşabileceği gibi bazen de farklı dokularda birikerek hastalığa dönüşebilir. Ürik asidin eklemlerde birikmesi sonucu burada iltihap oluşur ve gut dediğimiz hastalık ortaya çıkar.
Pürin metabolizmasının insanlardaki son ürünü ürik asittir. Pürin metabolizması DNA ve RNA sentezi açısından önem taşır. Nükleik asitler ve serbest pürin nükleotidlerinden ürik asite kadar giden yıkım aşamalarında, hipoksantin ve ksantin oluşur. Ksantin de, ksantin oksidaz enzimi aracılığıyla yıkılarak ürik asit meydana gelir. İnsanlarda, ürikaz enziminin yokluğundan dolayı ürik asit parçalanıp suda eriyen allantoine çevrilemez. Ürik asitin % 80’i böbreklerden atılır. Böbrekler dışında, ürik asitin % 20’si gastrointestinal sistemden atılır. Bazı durumlarda ürik asitin atılımında sorunlar yaşanır. Eğer idrarımız asit tarafa doğru kaymışsa, böbreklerde ürik asit atılımı azalır ve bunun sonucu olarak çeşitli dokularda birikerek gut denilen hastalığa da neden olur.
Pürin metabolizmasının insanlardaki son ürünü ürik asittir. Pürin metabolizması DNA ve RNA sentezi açısından önem taşır. Nükleik asitler ve serbest pürin nükleotidlerinden ürik asite kadar giden yıkım aşamalarında, hipoksantin ve ksantin oluşur. Ksantin de, ksantin oksidaz enzimi aracılığıyla yıkılarak ürik asit meydana gelir. İnsanlarda, ürikaz enziminin yokluğundan dolayı ürik asit parçalanıp suda eriyen allantoine çevrilemez. Ürik asitin % 80’i böbreklerden atılır. Böbrekler dışında, ürik asitin % 20’si gastrointestinal sistemden atılır. Bazı durumlarda ürik asitin atılımında sorunlar yaşanır. Eğer idrarımız asit tarafa doğru kaymışsa, böbreklerde ürik asit atılımı azalır ve bunun sonucu olarak çeşitli dokularda birikerek gut denilen hastalığa da neden olur.
Alkali Mineral Sitratların Gut Tedavisine Bilimsel Etkisi
Vücudumuzun doğal faaliyetleri 7.35- 7.45 gibi hafif bir alkali ortam gerektirir. Bu hafif alkali ortamdan sapma, idrar düzenleyici mekanizmada değişme yüzünden, kanda anormal ürik asit seviyelerini de içeren ciddi dengesizliklere neden olabilir. Ürik asitin yeniden emilip kana verilme mekanizması ve bundan dolayı oluşabilecek kandaki fazla ürik asit miktarı, asit ortamlarda daha aktiftir. Oysa ürik asitin böbreklerden atılımı idrar pH’ı alkali olduğunda daha yüksektir. Fizyolojik pH (7.4) da ürik asitin yaklaşık olarak %98’i çözünür ve alkali idrarda ürik asitin yüksek çözünürlüğü, hiperürisemi riskini ve dolaylı olarak gut oluşma riskini azaltmaktadır.
Sağlıklı bireylerde, idrar pH’ını belirlemede diyet çok önemlidir. Ürik asitin vücutta birikmeden atılmasını sağlamak için alkali ortamı sağlamak gerekir. Bunun içinde mineral sitrat takviyesi kullanılması tavsiye edilir.
• Potasyum Sitrat: Alkali bir ajan olup idrar pH’ını yükseltici olarak kullanılmaktadır. Kemik üzerine koruyucu etkisi olup, idrarla kalsiyum atılımını azaltarak renal kalsiyum yükünü azaltır.
• Magnezyum Sitrat: Alkali bir mineral tuzudur. Oral olarak alındığında normal kişilerde sitrat oksidasyona uğrayarak alkali bir yük meydana getirir.
• D Vitamini: Sindirim sisteminde kalsiyumun emilimini arttırır. Kas zayıflığına karşı vücudu korur, kalp atışının düzenlenmesinde etkilidir.
• Koenzim Q10: Hücre içinde oksijenin kullanımını arttırır, bu sayede hücredeki enerjinin artmasına ve kullanılmasına yardımcı olur. Güçlü bir antioksidan etkiye sahiptir.
• Kalsiyum Sitrat: Alkali mineral tuzu olup; potasyum ve magnezyum sitratla birlikte, idrar pH’ını arttırarak asitlenmeye ve asitlenmenin neden olduğu hastalıklara karşı koruma sağlar. Kalsiyum ise kemik sağlığında hayati bir öneme sahip olan mineraldir.